25 Nisan 2010 Pazar

Bunun Filmi Çekilmeyecek!



Uzun süredir yazmak, çekmek hakkında kitaplar okudum. Dergiler okudum. Röportajlar okudum. Bloglar okudum. Filmler izledim gözlemlemek için, kamera arkaları izledim. Zannediyorum ki bu yüzdendir uzun süredir gerçekten içimden gelerek bir şeyler yazmadım. Kısa film senaryoları yazdım. Çekemedim. İçime sinenler oldu, sinmeyenler oldu. Sinmeyenleri sildim. Hayatım da içime sinenler ve sinmeyenler olarak ikiye ayrıldı bu dönemde. Aynı şekilde hayatımdaki içime sinmeyenleri sildim. Sonra içime sinenler pek bir azmış, bunu fark ettim. Ama bana bu kadarı da yetti.

Çok uzun süredir hep aynı şarkıları dinliyorum. Her seferinde başka bir şey hissedebiliyorsam devam ediyorum aynı şarkıları dinlemeye. İyi geldiğini söyleyemem. Kötü de gelmiyor. Kafamda bin bir türlü şey var. Eskisiyle karşılaştırınca öyle çok ve çeşitli konuları düşünüyorum ki! Zannediyorum ki bu yüzdendir de uzun süredir kafam çok karışık. Tembellik, çok uyumak, çok yemek yemek hayatımda önde gidenler olmaya başladı. Bilgisayarın başından kalkamıyorum artık. Çünkü bilgisayarımın karşısındaki sandalyemden başka oturabileceğim herhangi bir koltuğum yok burada. Ya yatağıma yatıyorum, ya da bu sandalyeye oturuyorum. Kilo aldım. Bu konuda bir sorunum yok ama.

Uzun süredir etrafımda ya benden küçükler ya da benden büyükler var. Benim gibiler de var. Ama onlar da ya kendinden küçük ya da kendinden büyük gibi davranıyorlar. Okuduğum okulda, büyük çoğunluk çok zengin. Bayağı zengin. Ben diğerleri oluyorum okulumda. Paralarını benim hiç harcamayacağım şeylere harcıyor çoğu okulumdakilerin. Ama onları nasıl eleştirebilirim ki! Derslerine çalışıyorlar, geçiyorlar sınavlarını. Paralarını neye harcadıklarının ne önemi var? Ben de öyle zengin olsam ben belki film filan çekerdim. Kamera, Mercek, Kitap, Dvd vs. alırdım. Ama çok büyük ihtimalle onların beni eleştirmeye hakkı olurdu. Çünkü ben derslerime düzenli çalışmıyor ve sınavlarımı geçemiyor olurdum onlar gibi. İşte bu yüzden, yani alan da satan da memnun olduğundan ben diğerleriyim.

Yaşımdan büyük hissediyorum çok uzun süredir. Yani yaklaşık yirmi iki yıldır yaşımdan büyük hissediyorum. Lisedeyken yazılarımın-iç dökmelerimin- birinde kendimi kırk yaşında gibi hissediyorum demişim. Şimdi o kadar değil. Şimdi kırktan daha genç yirmi ikiden daha yaşlı hissediyorum. Bu tarz yaş yanılsamalarının da büyük saçmalık olduğunu biliyorum. Sartre'ın dediğini göz ardı edemediğimden. Benim yaşım aslında en çok etrafımdaki diğer insanları ilgilendiriyor. Ben hiç kendime kaç yaşında olduğumu sormam örneğin. Başkaları sorar. İşte bu yüzden insanın başkalarıyla ilişkisine saçmalık diyor Sartre. Ben de büyük saçmalık diyorum.

Çok uzun süredir değil ama bir süredir keşke kemanı bırakmasaydım diyorum. Devam etseydim belki şarkılara filmler yazıyor olurdum şimdi. Nesnelere, varlıklara değil. Hiçbirini benim icat etmediğim şeylere değil. Sanatın esin kaynağının bir başka sanat olduğu düşüncesi var bu sıralar kafamda. Eskiden yalnızca gerçekliğin buna yeteceğini sanırdım. Artık bu düşüncenin çok uzağındayım.

Saçımı kestirdim bir süre önce. Oldukça kısa kestirdim. Bulunduğum mekanlarda saçı benden uzun olan erkekleri sayma alışkanlığı edindim böylece. Neye yarar bu alışkanlık bilmiyorum. Zaten yavaş yavaş faydacılıktan da vazgeçmem gerektiğini hissediyorum. Her okuduğum, dinlediğim, izlediğim bana bir şey öğretecek, bir faydası dokunacak diye bir şey yok ya!

Uzun süredir kod yazmadım. Bir sürü programlama dersi gördüm ama hiç kod yazmadım. Belki kopyalayıp yapıştırdım ama hiç kendim yazmadım. Şimdilik buna ihtiyacım olmadığını biliyorum. Sonra, ileride nefesim kokunca açlıktan, yazarım belki...

Profesyonellerin, amatörlerin ve kendini profesyonel ya da amatör sananların filmlerini izledim. Büyük çoğunluğunu beğenmedim. Belki bu bahsettiğim kişilerden bir başkası da benim filmimden bu şekilde bahsediyordur online ya da yüz yüze sohbetlerden birinde. Yok yok! Pek zannetmiyorum. Ego, başkaları olmasaydı gerçekten varlığını hissettirebilir miydi diye de düşünüyorum karışık beynimin bir yerlerinde. Evet, son zamanlarda fazla varoluşçuyum ama bazen varlığımı reddetmiyor da değilim.

Çok uzun süredir kimseyi bir şeylere ikna etmedim. Edemedim diyelim. Çoğunun aklında 'bu sefer de başaramayacağını nereden bileyim' sorusu olduğunu biliyorum. Bizzat "bunun garantisini nasıl vereceksin?" sorusuyla da karşı karşıya geldim. Böyle soruları duyunca başkalarının da beni yirmi iki yaşından büyük zannettiğini zannediyorum. Hayatta neyin garantisi var ki? Her şeyin nasıl garantisi olur hayatta? Olsaydı inanç diye bir kavrama gerek kalır mıydı? Aslında çok uzun süredir kimseyi ikna edemedim derken inandıramadım demek istiyordum. İlk anda ağır geldi sanırım.

Uzun süredir bir dergide öyküm yayımlanmadı. En azından Notos'u bedava okuyordum bu sayede ama artık ona da bir sürü para bayılıyorum. Belki yazsam bir şeyler, yine çıkar bir yerlerde. Bilemiyorum.

Biraz hevesim olsa yeni haberlerim vardı size. Murat Gülsoy, bir öyküsünü senaryolaştırma isteğimi kabul etti. Mithat Alam film merkezi bir kısa film projeme ekipman desteği vereceğini bildirdi. Ama söylemek istemiyorum bunları. Sanırım sizi inandırmaya çalışmak çok yordu beni.

Uzun süredir çok az konuştum. Bazı günlerim, yalnızca dolmuş şoförüne para uzatırken, "bir üniversite alır mısınız?" demekle geçti. Az konuşunca insanlar için daha da diğerlerinden olmuş olabilirim okulda, yurtta filan. Ama bu sadece samimiyetsiz davranmak istemediğim içindi. En azından bu yazımı okuyan olursa onlar belki bunu daha iyi anlayacak. İnsanlar hocanın tahtaya yazdıklarını telefonlarının çözünürlükleri güzel kameralarıyla kaydederken ben harıl harıl yazdığım için olsa gerek, muhabbet etmeye pek vaktim olmadı.

Alpgiray'la uzun film çekme girişimimizde de böyle oldu aslında. Soğuk ve hastalıkla baş ederken, yalnızca işe güce odaklandım. Sohbet yine ikinci planda kaldı. Ama bu konuda dürüst davranacağım, samimi olmak adına, ben gerçekten birçoğuyla sohbet ederken çok sıkılıyorum. Bu kimsenin değil benim eksikliğim. Alpgiray haklı. Benim grafiğimde eğimler, daha doğrusu eğilmeler ve bükülmeler yok. Bir şey komik gelmiyorsa gülmüyorum. Bir cümle soru işaretiyle bitmiyorsa devamında ben de cevap niteliğinde konuşmuyorum. Sorsaydınız söylerdim. Ama zaten kimsenin söyleyeceklerimi merak ettiğini de zannetmiyorum. İşte tam da bu yüzden, en çok yapmak istediğim şeylerden biri olan, öykü kitabı çıkarmak hayalimden vazgeçtim.

Geçen NtvBilim dergisinde okuduğum bir yazıya göre, insanlar internette uzun yazıları okumuyorlarmış. En kısasını bulmak niyetindeymiş herkes. Bu yüzden daha fazla uzatmak istemiyorum. Artık okuyun diye! Her kitabın filmi çekilmediği gibi bu yazının da bir filmi çekilmeyecek. Siz de kısa yoldan öğrenemeyeceksiniz söylemek istediklerimi. O yüzden okuyun.

4 yorum:

alpgiray m. ugurlu dedi ki...

Bu kadar açık olmak için öncelikle bu kadar kapalı olmak gerekiyormuş.

C3Moi dedi ki...

Son paragrafa kadar; dur ben şu kıza bi öğüt vereyim de uzun yazmasın bundan sonra demek geçiyodu içimden ama son paragraftan sonra öğüt verecek bi halim kalmadı :P

Unknown dedi ki...

bazen sizin için keşke hala arka odada "güneşin doğuşunu görünceye kadar uyanık kalıcaz" hırsları olan küçük kardeşlerim olarak kalsaydınız diyorum. ama büyüyosunuz, ne mutlu ve ne yazık ki ;)

JuliannaCarax dedi ki...

hande hanım kardeşlik hala var ama evet küçüklük konusunda sorun olur :) gerçi beni hala 18den küçük sananlar var ;) öperim güzelcim.

Yorum Gönder

 
;