13 Eylül 2012 Perşembe 0 yorum

Bilmeden - Çoğullama

Edip Cansever çoğu zaman halime tercümandır.


Çoğullama

Biz kadınız, bilmeden seviyoruz bu kedileri
Seviyoruz, bir sevilme içgüdüsüyle
Bu bizim yüzümüzde ufacık çizgiler oluyor - acaba?
Evet, çok değil konuşurken düzeltiyoruz
Orayı burayı topluyoruz, yeriyse çocuklarımızı öpüyoruz
Ama biliyorsunuz ki gene de
Hepimiz, işte hepimiz
Bitmenin, tükenmenin yorgunluğu içinde.

Gözler mi? Tavana dikili, hayır, pencereye
Yağmalar, sürgünler, yangınlar içinde
Çünkü bu boşluk; tüneller, çukurlar, kapkacak ağızları
Mağaralar, denizler, gökyüzleri değil de
Bu boşluk, o bir türlü dolduramadığımız, o
Orman, dağ, kısacası evrenle.

Biz bu lavanta kokularını bilmeden taşıyoruz
Biz bu tavana bilmeden eski rengine boyuyoruz
Bu bizim terliklerimizde ufacık güller oluyor - acaba?
Evet, çok değil, onları bilmeden hoşa gideriyoruz
Sormayın, ama sormayın, bilmeden aralık tutuyoruz kapılarımızı
Bilmeden bekliyoruz, bilmeden uyuyoruz sabahlara değin
Kim bilir, belki de biz
Tanrısıyız en olunmaz şeylerin.

Bu bizim en düzenli hareketimiz: olmak
Asılıp kalmışız sokak fenerlerine
Asılıp kalmışız öyle, görenler bizi görüyor
Görenler bizi görüyor ve gidip geliyoruz dikkatle
Doğrusu, niye saklayalım, hepimiz bunu yapıyoruz
Ama biz yaşıyorken de bunu yapıyoruz sadece
Cansız
Ve gidip geliyoruz dikkatle.

Biz bu kendimizi boşuna soruyoruz kendimize
Boşuna asıyoruz onları, boşuna öldürüyoruz
Bu bizim gözlerimizden ufacık şeyler geçiyor - acaba?
Evet, çok değil, bakışırken düzeltiyoruz
Biz ne garip şeyleriz ki; doluyuz, bazıyız, avuntuluyuz
Ve bizim en güzel öldüğümüzdür bu: yaşamak
Ben biliyorum, yalan mı, siz de biliyorsunuz.

Ve tabii bir de Yan Kalbim...

2 Mayıs 2012 Çarşamba 1 yorum

Manzara Düşkünlüğü


Meltem’i görmek için sabırsızlanıyordum. Dün gece onu yurt odasına bıraktığımda pek mutlu sayılmazdı. Kötü şakalarımı ardarda sıralamak, internette izlediğim komik videolardan bahsetmek, sınıftakilerin dedikodularını yapmak işe yaramamıştı. Odama döndüğümde kendimi bu kadar kolay rezil etmiş olmaktan çok onun mutsuzluğuna çare olamamak üzmüştü beni. Dün geceyi hiç yaşanmamış gibi saymak ve bugün son kez şansımı denemek için hazırdım. Bugün benim için büyük gün olacaktı. O ergenlik saçmalıklarından uzakta bir aşka ilk adımımı atacağım çok büyük bir gün...
Meltem yurt binasının kapısından çıktığında yüzüme manasız bir gülüş kondurmamak için çok uğraştım. Sırf hava çok güzel diye pişmiş kelle gibi sırıtmanın alemi yoktu. Kendine güvenen, hüzünlü ama vakur genci oynamalıydım bugün. Hem bu hüzünlü tavrım onun mutsuzluğunu paylaştığım anlamına gelecekti. Bir aşka başlarken böyle hesaplar kitaplar yapmamalı elbette insan, ama Meltem’i ikna etmek kolay değildi. Şansımın düşük olduğunu iyi bilsem de hatırlamamaya çalışmaktan başka çarem yoktu. Ben kendine güvenen, hüzünlü ve vakur bir gençtim. Kimse beni böyle olmadığıma inandıramazdı.
Meltem’in yüzündeyse dün geceki mutsuzluktan eser yoktu. Neşeli ve heyecanlıydı. Serhat Hoca’ya ödevleri bırakacağımız için böyleydi, biliyordum. Meltem’in Serhat Hoca’ya aşık olduğunu bütün sınıf biliyordu zaten. Aslında Meltem o kepçe kulaklı herife aşık filan değildi. Birçok insan hayatının bir döneminde hayranlık duyduğu birine aşık olduğu yanılsamasını yaşayabilir. Bu böyle bir yanılsamaydı işte. Meltem de bunu bir gün mutlaka fark edecekti. Benim bu konuyla hevesimi kırmamam gerekiyordu. Serhat Hoca’ya ödevleri verdikten sonra Meltem’i İstinye’deki balıkçıya götürecektim. Boğazda gözlerimizi uzun uzun dinlendirecek, nefis bir balık yiyecek ve benim en sonunda itiraf ettiğim aşkımızı yaşamaya başlayacaktık.
Serhat Hoca’nın odasına girdik. Meltem “Merhaba Hocam, nasılsınız?” dediğinde yüzünde o anda düşüp bayılacakmış gibi bir ifade vardı. Sözcükler dudaklarını terk ettiği anda sanki küçük birer uçan balonla havalanıyorlardı. Oysa böylesine güzel bir kızın dudaklarından havaya uçuşan bu sözcükler odada yalnızca benim başımı döndürüyordu. Kepçe kulak yapmacık gülümsemesiyle “Hoş geldin benim favori öğrencim” gibisinden bir şeyler geveledi. Benim varlığım Meltem tarafından unutulmuş ve Serhat Hoca tarafından zaten hiç fark edilmemişti. Meltem’i anlıyordum, onun için büyük anlamlar taşıyan şu birkaç dakikayı rezil etmek istemezdim. Sessizce onları dinledim. Sınav kağıtlarımız hakkında ikimizle teker teker konuşacaktı. Meltem o sınav için ne kadar çok çalışmıştı. “İnsan bildiklerini de unutuyor Hocam sizin sınavınızda”, dedi. Yüz yerine doksan almış olmak eminim onu çok mahcup etmişti. Kağıtlarımıza baktık. Benim kağıdım hakkında Hoca hiçbir şey söylemedi. Meltem’e ardarda övgüler yağdırdı. İşimiz bitince ben kapıya yöneldim. Bu kabus sahne bitmek üzereydi. Midemde hafiften karıncalar gezinmeye başlamıştı. Birazdan onu alıp bu saçma sapan aşk yanılsamasından kurtaracak ve ona aşkın gerçekte nasıl bir şey olduğunu gösterecektim.
Ben kapıdan çıktım. Ama Meltem gelmedi. Dönüp içeri baktığımda Hocanın karşısında öylece duruyordu. “Bir şey mi söylecektin Meltem?” dedi Hoca. Meltem birkaç saniye hareketsiz bir şekilde hocaya baktı. Sonra “Ben size aşık oldum Hocam”, dedi. Hoca benim kadar şaşırmadı. Ne yapacağımı bilemedim. Böyle bir itirafa tanık olmak, istediğim son şeydi. Başımı öne eğdim. Başını eğmek zorunda olan ben miydim? Bu utanç verici tabloda ben çerçevenin içinde bile değildim ki! Vazgeçip başımı kaldırdım. Hocayla göz göze geldik. Gözlerimin içine dik dik bakıyordu. Beni fark etmişti. Ayağa kalktı. Kapıya doğru yaklaştı ve kapıyı ittirdi. Kapı yavaş yavaş yüzüme kapanırken gördüğüm son şey Hocanın Meltem’in sırtına dokunan elleriydi. Galiba bugün benim için büyük bir gün olmayacaktı. Bugün Meltem için büyük bir gündü. Kendine güvenen, hüzünlü ve vakur biri varsa o da kepçe kulaktı. Ben bugün sadece İstinye’ye gidip manzarada balık yiyecektim.
11 Nisan 2012 Çarşamba 1 yorum

“YAŞANMAZ”I BULAN ADAM




Tam ümidimi keseceğim sırada bu evin camındaki 'kiralık' yazısını görmüştüm. Tabanlarım, yürüdükçe uzalıp kısalan sokaklarda gezinmekten şişmiş, karnım da çok acıkmıştı. Karnım acıktığında her şeyden çabucak vazgeçen biriyimdir. Tereddüt etmeden tuttum evi. Evin canımı sıkan tek yanı, kirden yapış yapış olmuş duvar kağıtlarıydı. Ben basit bir adamımdır. Basit kelimesi her konuda bir numaralı sıfatım olmuştur. Yalnızlığım da zannederim bundandır. Bu duvar kağıtlarını tek tek söküp, mis gibi, tertemiz boyayacaktım her yeri.

Kendimden bahsetmekten pek hoşlanmam ancak kafamın bulanıklığını belki kendimin farkına vararak berraklaştırabilirim. Otuz iki yaşındayım. Bir bankada çalışıyorum. Her gün gürültüden ve zorunlu güleryüzlülükten yorularak dönüyorum eve. Evli değilim. Kadın arkadaşlarım var ama hiç sevgilim olmadı. Geyik muhabbetini severim ama nadiren dahil olurum bu muhabbetlere. Çok kitap okurum. Ama en çok sevdiğim yazar yoktur. Aslında benim en çoklarım hiç olmadı. Ya severim ya sevmem; bu kadar. Okuduğum eserlerdeki karakterlere de özenmemişimdir hiç. Sadece onları anlamaya çalışmışımdır. Ancak bu eve taşındıktan sonra bu tavrımın beni ne kadar yorduğunu ve yavaş yavaş asıl içimden geçenlere yenik düşebileceğimi büyük bir şok etkisiyle fark ettim.

Salonun ve küçük odanın duvar kağıtlarını söktükten sonra sıra yatak odasınınkine gelmişti. Yatak odasını da tamamlayınca evi güzelce boyamaya başlayacaktım. Üç duvarınkini söktüm. Dördüncü duvar, yatağın tam karşısındaki duvardı. Bir hışımla tepeden aşağıya hızla çektim kağıdı. Bir sokaktan başka bir sokağa tam köşeden döndüğünüzde, karşınıza aniden biri çıkar ve sıçrarsınız ya, işte aynen öyle yerimden şaşkınlıkla sıçradım. Duvarın ortasında kapkara bir boyayla “YAŞANMAZ” yazıyordu. Tam o anda bütün her şeyin bir anlığına yok olduğunu, dünyada yalnızca benim ve bu kağıtsız duvarın var olduğunu hissettim. Bütün okuduğum romanlar şu meşhur film şeridinin içinde kendini hatırlatıyor, karakterlerse gülümseyerek el sallıyorlardı. Tabii bütün bunlar aklımın oynadığı anlık gündüz düşleri, oyunlardı. Sonra hepsi teker teker kayboldu ancak bir tanesi hala duruyordu. Yusuf Atılgan'ın Yaşanmaz'ı! Dizlerimin bağının çözüldüğünü hissettim ve hemen yatağa attım kendimi. Evimin duvarında, dev bir yaratığın gölgesi gibi “Yaşanmaz”, yazıyordu. Üstelik daha da korkunç olan benim bu Yaşanmaz'ın Yusuf Atılgan'ın Yaşanmaz'ı olduğuna daha o saniyede inanmış olmamdı. Ben basit bir adamdım. Bankada çalışan kendinden yalnızca birkaç cümleyle bahsedebilen yalnız ve basit bir adamdım. Neden bu yazı benim karşıma çıkıyordu ki! Evet, belki bir bakıma ben de aylak bir adamdım. Ancak bu yazıyı bulmak eminim benden daha aylak birine nasip olmalıydı. Böyle acı bir tesadüfü 'nasip' diye adlandırmak gülünç olurdu. Bu başka bir şeydi. Ellerimin titremesi geçince, kendimde tekrar ayağa kalkacak gücü bulunca odanın içinde gezinmeye başladım. Çekmeceleri, boş rafları incelemeye başladım. İnsan ne aradığını bilmediğinde her şey daha da karmaşıklaşıyor. Ne var ki bu cümle aklımdan henüz geçmişti ki çekmecelerin birinde bir kağıt buldum. Biri el yazısıyla şunları yazmıştı kağıda:

Kolumu tutmuş, üstümü başımı silkiyordu. Ötekilerden biri değildi. Yüzümü silerkenki bakışı vardı. İçimde bir eziklik, kudurgan bir sevgi büyüdü birden. Kafamda her şey yerli yerine oturdu. Üstümü silkmişti. Pisliğin içinde işi yoktu onun. Öylesine yeğindim ki, hop desem uçacaktım; sivrisinek gibi. Şimdi kendimi öldürebilirdim.*
“Yaşanmaz”ı bulan adam...

Kağıt sararmış filan değildi, çok eskiden kalmışa benzemiyordu. Yaşanmaz'ı bulan adam yazmıştı demek bu kağıdı. Yani, bu kağıt bir intihar mektubu muydu? Besbelli öyleydi. Kim bilir kaç tane vardı bu adamlardan. Ben de Yaşanmaz'ı bulan bir diğer adamdım. Karnım acıkmıştı. Mutfağa gittim. Sepetten havanın elini alıp iç cebime koydum. Sokağa çıktım. Galiba bütün dünya bana da bir yaşama borçluydu.

*Yusuf Atılgan - Yaşanmaz

**Resim: mavimelek.com
7 Nisan 2012 Cumartesi 0 yorum

Origami ve Faydacılık

Origami benim için dikkat toplamak, başka hiçbir şey düşünmemek ve renkli kağıtlarla eğlenmek demek. Bir işe başlayıp sonucunu görene kadar kendinle başbaşa kaldığın eğlenceli bir masa başı hobisi.



Tabii bu origami uzmanları için farklı olabilir. Örneğin Robert Lang bu konuda profesyonel ürünler ortaya çıkaran bir adam. Aşağıda Robert Lang'in TEDxRESET konuşmasını paylaşıyorum. Origami'den nasıl faydalanabileceği hakkında iştah açıcı ve ilham verici bilgiler bulacaksınız. Tıptan uzay bilimine kadar...





5 Nisan 2012 Perşembe 0 yorum

Buffalo 66 - Spending Time

Sevgili Öktem Başol Hocama beni bu filmle tanıştırdığı için ne kadar teşekkür etsem az. Buffalo 66 Vincent Gallo'nun acayip bir filmi. Film hakkındaki genel bilgileri paylaşmayacağım ama bu acayip mizah anlayışını ve garip gerçeklik duygusunu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Aileyi ikna etmek hep çok zordur. İnsanı kendisinin bile inanmayacağı şekle sokabilir. Ama inanç yavaş yavaş inşa edilebilen bir kavram. Film en azından bu umudu barındırıyor.

"Birlikte vakit geçiren karı kocaymış gibi yapıyoruz. Sadece vakit geçiriyoruz. Birbirimize dokunmuyoruz. Birbirini seven karı koca gibiyiz."




4 Nisan 2012 Çarşamba 0 yorum

Sinek Isırıklarının Müellifi - Barış Bıçakçı



Barış Bıçakçı'nın son kitabı Sinek Isırıklarının Müellifi beni çok etkileyen kitaplar arasına girdi. Bıçakçı'nın çözümlemeleri şaşılacak derece incelikli ve derinlikli. Her sayfada bir kenara not etmelik cümleler bulabilirsiniz. Başta notlar aldım ancak sonra neredeyse bütün kitabı yazacağımı fark edip vazgeçtim. Kitabın bir tür kendini bulma rehberi olduğunu düşünüyorum. Tabii ruhunu kendinize yakın bulmuşsanız.

"Siz de bilirsiniz, anlatmaya değer şeyleriniz olduğunu, bir gün bunları anlatacağınızı, yazacağınızı düşünmek ne güzeldir ve bu düşünce bir kez yer etti mi nasıl da perişan eder insanı! Şu dünyadaki en yüksek mertebe olan okurluk mertebesi size yetmemeye başlar. İnsan olmak size yetmemeye başlar. Dünya olmak istersiniz."


 
;