27 Mart 2010 Cumartesi

İĞNEYİ KİM YEMELİ?

Bu mektubu neden yazdığımı, diğerlerini neden yazdığımı bilmediğim gibi bilmiyorum. Bildiğim tek şey, senin yine cevap vermeyecek olman. Ve belki de sırf bu sebepten bu kadar cesaretle yazıyorum tekrar. Bana kızmayacağını, kim olduğumu sormayacağını biliyorum. Beni beklenen sona götürmeyeceğini biliyorum. Seni hiç tanımasam da -tanıyamasam da- biliyorum ki çok umursamaz ve yorgunsun. Akşamları işinden dönerken gözlerin söylüyor bütün gün ne kadar çok çalıştığını. Annen mi seni orada çalışmaya zorlayan? Daha küçük değil mi yaşın? Gönlüm hiç razı gelmiyor bu kadar yorulmana. O çok güzel yüzünün solmasını istemiyorum. Neyse, isyanlarım belki de tıpkı seninkiler gibi sahipsiz kalacak nasıl olsa. Kapatayım o yüzden bu konuyu.
Bu kez başka bir şey söylemek için yazıyorum. Sevineceğin bir şey için. Ama benim için bu, tek damarlı ve bu damarında karmakarışık bir kan taşıyan hayali hayatımın sonu. Bir daha sana hiç duyuramayacağım sesimi. Seni görünce birden telaşlanamayacağım, elim ayağıma dolaşmayacak artık. Çünkü seni göremeyeceğim artık.
Ben askere gidiyorum. Senin için mutluyum. Aslında kendim için de. Belki burada olmazsam unuturum seni diye düşünüyorum. Ama biliyor musun seni unutmaktan da korkuyorum. Neyse, sen nasıl olsa bilmediğin birinin hasretini çekemeyeceksin. Sen yine her gün gidip o lanet olası süpermarkette yorulacaksın. Zaten bu yorgunluk yetecek. Başka bir baş ağrısına ihtiyaç duymayacak vücudun.
Seni fark edemeyeceğim biliyorum döndüğümde. Öyle değişeceksin ki tanıyamayacağım seni. Ama bu iyi olacak çünkü sen de beni tanımıyor olacaksın. Sana tekrar yazarım belki de döndüğümde. Bu umut çabuklaştıracak ayların hızlıca geçiyormuş gibi yapmasını.
Cevap vermeyeceğini bilmek bana cesaret veriyor desem de aslında beni paramparça ediyor. Sen belki çok kızıyorsun bana ama ben bunu bile bilemiyorum. Senden bir hakaret bile duyamıyorum. Haklısın. Duysam da vazgeçmeyeceğim nasıl olsa.
İsmini bir kez olsun senden duyamadan gidiyorum. Senin gözlerin tarafından okunmayı özleyeceğim. Kendine çok dikkat et ben yokken. Seni artık yalnızca dualarımla koruyabileceğim. Sana çarpmak üzere olan bir bisikletliyi durduramayabilirim artık. Neyse uzun yazıp yormayayım güzel gözlerini. Ben gidiyorum.
Hoşça kal.

“Bunu bulmuşlar doktor bey yastığının altında. Dün, sabaha karşı kaçmış olmalı.”
“Peki kime yazmış ki bu mektubu? Mektupta daha önce de yazdığını söylüyor. Ama hiç rastlamadık buna benzer bir mektuba.”
“Efendim, bilemiyoruz. Kendini yirmi yaşında askere gidecek olan bir genç zannediyor. Bugün böyle zannediyor. Belki de dün kendini süpermarkette çalışan o kız zannediyordu. Geçen hafta her akşam saat dokuz olmadan çok yorgun olduğunu söyleyip yatıyordu. Kim bilir belki yarın kendini doktor zannedip geri döner.”
“Ne demek istiyorsunuz siz hemşire hanım?”
“Yanlış anlamayın polis ay pardon doktor bey ben…Yani sizi kastetmedim.”
“Öyleyse bak şimdi ben seni kastedeceğim! Belki de yarın kendini hemşire zannedip gelip sana iğne yapar.”
“Bir kere burada iğneleri yalnızca ben yaparım!”
“Copum nerede benim? Hak ettin iyi bir dayağı.”

--Yeter bu kadar gürültü herkes yatağına!—

“Kızdırdın işte doktoru ahmak polis!”
“Sensin ahmak!”

--Yeter dedim! Işıkları kapatıyorum. Siz eksik misiniz yoksa? Sezai? Sezai nerede?­--
“Kaçmış doktor bey. Biz de bu konuyu tartışıyorduk. Ama şu kanıya vardık ki korkulacak bir şey yok. Muhtemelen yarın kendini hemşire zannedip geri dönecek.”
“Hayır doktor zannedecek doktor bey!”
“Hemşire!”
“Doktor!”
“Hemşire!”
“Doktor!”

0 yorum:

Yorum Gönder

 
;