27 Mart 2010 Cumartesi

YAZIYOR, YAZMIYOR, YAZIYOR, YAZMIYOR…

Anladım. Bu kez gerçekten anladım. Ben aslında yazamıyorum. Yok, hayır. Bu değildi yazmak istediğim. Aslında şöyle yazacaktım: Tanrım! Yazamıyorum. Ne oldu bana böyle? Nasıl oldu da bu kadar köreldi parmaklarım ya da zihnim? Ya da parmaklarım…
Bu böyle olmayacak. Ben nasıl olur da koca bir paragrafta hiçbir şey anlatamam, hiçbir şey yazamam! Bir yolu olmalı. Birileriyle mi konuşsam? Peki ya daha fazla körelirsem? Hep öyle olmaz mı zaten? Sonuca giderken hep başlangıçtan uzaklaşılmaz mı? Nasıl yani? Ben şimdi sonuca mı gidiyorum? Tanrım! Sonum, sonucum, gerçekten iyi değil öyleyse. Biraz durup dinlensem mi? Hani derler ya zaman her şeyin ilacıdır diye. Ama zaten yıllardır dinlenmiyor muyum? Ya da bir mucize mi beklesem? Yeşilçam filmlerindeki gibi kör adam bir şok geçirir ve görmeye başlar. Yazmaya başlamak için bir şok mu geçirmeliyim acaba? Nasıl bir şok iyi gelirdi bu hastalığa? Örneğin, gecenin bir vakti kapım çalsa ve tanımadığım bir adam evime girse…Bakayım bir saatime. Evet, saat ikiyi geçiyor. Yani ‘ Gecenin bir vakti’ niteliğinde bir vakit. Yani böyle bir şok için oldukça uygun…

“ Aç şu kapıyı!”
“ Sen de kimsin?”
“ Şu kapıyı açar mısın lütfen?”
(Kapıyı açarsam yazabilir miyim acaba? Açmadan bilemem. Açıyorum.)
“ Kimsin be adam?”
“ Bekle biraz, soluklanayım. Söyleyeceğim kim olduğumu.”
Evim tek katlı, bahçeli bir ev. Kapıyı kapatıyorum; çünkü bekçinin ve düdüğünün eve hızla yaklaştığını fark ediyorum. Hayır fark etmiyorum. Bana bunu şu tanımadığım adam söylüyor.
“ Kapat kapıyı! Bekçi geliyor. Kaçıyorum farkında değil misin?”
“ Farkındayım da seni niye içeri aldım, asıl onun farkında değilim.”
“ Kim olduğu söylersem daha güvende olacağım sanırım. Ben bir yazarım. Tanımazsın. Dört yıl önce bir romanım yayımlandı. Deniz, Kumsal, Deniz. Romanımın adı bu. Duydun mu hiç?”
“ Hayır, duymadım.”
“ Neyse, tanıttım işte kendimi, ben bir yazarım.”
Adam inadına yazarım diyor. Yazarsan yaz yahu, bana ne! Ben de yazamıyorum işte. Hem o romanın adı Deniz, Kumsal, Deniz değil. Deniz, Sahil, Deniz. Canım adama duymadım diyeceğim tabii. Yoksa nasıl çıkar bu adam bu evden?
“ İyi de niye kaçıyorsun bekçiden?”
“ Hırsızlık yapıyordum da ondan.”
“ Nasıl yani? İnanmıyorum ya! Bir de pişkin pişkin söylüyorsun. Kendini yazarım değil de hırsızım diye tanıtsana o zaman.”
Bu bir şok etkisi yaratmalı aslında bende. Ama yaratmıyor bir türlü. Biraz önce önemli biri olduğunu sandığım bu adama sen diye ithaf etmekten utanırken, şimdi böyle bir adamı nasıl içeri aldığıma inanamayarak kendimden utanıyorum.
“ Öyleyse ben polise haber vereyim, izninle.”
“ Dur bir dakika! Beni bir dinle önce. Ne çalmaya çalıştığımı ya da niye hırsızlık yaptığımı merak etmiyor musun?”
“ Ne diye soracakmışım! Hırsızmışsın işte. Ne çaldığın niye önemli olsun ki ?”
“ Benden çalınan bir şeyi geri almak için sözüm ona hırsızlık yapıyorum. Yani bir hırsızın evine giriyorum. Bunu bekçiye gecenin bu saatinde anlatamazdım herhalde değil mi? Bu arada bana bir bardak su getirir misin? Konuşacak halim kalmadı.”
Bu adama inanıp inanmamak arasında gidip gelirken mutfaktan bağırıyorum:
“ Neymiş bu hırsızın senden çaldığı şey?”
“ Yeni romanım.”
Yok, bu kez gerçekten inanmayacağım bu adama. İnsan söyleyeceği yalanı biraz sağlam temellere oturtur yahu. Benim salak olduğumu sanıyor herhalde. Yazamıyor olabilirim ama düşünemiyor da değilim ya.
“ Tamam yeter bu kadar saçmalık. Sen suyunu iç, ben polis çağırıyorum.”
“ Ya niye inanmıyorsun bana? Adam resmen yıllarımı verdiğim araştırmalarla, binlerce zahmetle yazdığım romanımı çaldı. Kendi romanı diye sürecek piyasaya.”
“ Ooo. Anlaşılan diğer hırsız arkadaş da yazar. Biraz inanılası yalanlar söylesene be adam. Gerizekalı mı sandın sen beni!”
“ Nasıl inandırabilirim ben seni? Dinle bak. Bu adam beni kendine rakip seçmiş. Kendi bir şey yazamadığından bana saldırıyor. İlk romanımın tanınmamasının sebebi işte bu adam. Yapabileceğim her türlü reklamı engelledi bu adam. Her şeyde karşıma çıkıyor. Bu kez de romanımı çaldı. Adam ben tanınmış bir yazar olmayayım diye her şeyi yapıyor. Zaten şu aptal bekçi yüzünden alamadım onca emek harcadığım romanımı. Bir de burada durmuş, seni inandırmaya çalışıyorum.”
“ İnanmam tabii! Söylediklerine bir baksana. Sen benim yerimde olsan inanır mıydın?”
“ Haklısın ama şu anda senin yardımına ihtiyacım var. Bana şimdilik inanmasan da ne olur yardım et. O romanı o evden almalıyım.”
Bu adama anlayamadığım bir sebepten yardım etmek istiyorum. Birine yardım edeceksen öncelikle ona ve edeceğin yardıma inanmalısın. Birkaç saniye adama öylece bakıyorum. O konuşmaya devam ederken kendimi ona inanmaya çalışırken buluyorum.
“ Bak, bu romana yıllarımı verdim. Yaptığım kurgunun gerçeğine en yakını olabilmesi için yarattığım her karakterin kişiliklerini tamamlayan şehirler, evler, odalar araştırdım. Şehir şehir gezdim. Ve romanı tam bitirecekken, tam son bölümü, düğümün çözüldüğü bölümü yazacakken bu şerefsiz adam aldı gitti.”
“ Peki niye başka kopyası yok bu romanın? Hiç mi akıl edemedin bu adamın böyle bir şey yapacağını?”
( Bu soruyu ne diye soruyorum sanki. Hakikatli bir cevap yazabilecek kadar bir şeyler yazabilseydim zaten hiç başlamazdım bu öyküyü yazmaya. Neyse hazır şu adama inanmışken, vereceği cevap için yardım edeyim bari. Şimdi daha iyi anlıyorum benden neden yardım istediğini.)
“ İşte zaten olayın en trajik yanı da bu. Bu adam evime girip romanın dosyasını çalarken. Bilgisayardaki kopyalarını da bulup silmiş. Şifremi nereden bulduğunuysa bu gece kendisine sormayı düşünüyordum. Ancak tam evin kapısını açacakken bekçi gördü beni.”
Adama olan inancım yön değiştirmeye başlıyor. Artık bu adamın akıl hastası olduğuna inanıyorum. Ve bu kez gerçekten evimden kovmaya karar veriyorum. Ama bir dakika! Bu adam akıl hastası olamaz. Ben bu adamın ilk romanını okumuştum değil mi? Adını yanlış söylese de romanın arkasındaki fotoğrafından tanıyorum bu adamı. Galiba doğru söylüyor. Üstelik benden daha akıllı ki yazabiliyor. Adama yardım etme kararını bu kez kesin olarak alıyorum.
“ Peki, tamam. İnanıyorum sana. Haydi gidip alalım romanını.”
Şaşırıyor. Bu kadar çabuk inanabileceğime inanası gelmiyor. Hatta ona “ Neden polise gitmiyorsun?” sorusunu başından beri niye sormadığımı da merak ediyor. ( Ama biliyor ki benim evimde sadece benim kalemim oynar. Bunu bildiği gibi benim macerayı seven biri olduğumu da biliyor.) Ve bana planımızı anlatmaya başlıyor:
“ Ben adamın kapısını açmaya çalışırken sen bekçi geliyor mu diye bakacaksın. Sonra içeri gireceğiz. Ben adama eterli pamuğu koklatırken sen adamın çalışma odasının neresi olduğunu bulacaksın. Gerisini de orada düşünürüz.”
“ Tamam. Dediğin gibi olsun.”
Ben bunu söylerken bir an yüzüme bakıyor. ( Zaten yapacaklarının benim elimde olduğunu bildiğinden sanki bu işi tek başına yaparsa egosunu tatmin edecekmiş gibi geliyor.) Biraz çekinerek konuşmaya başlıyor.
“ Vazgeçtim. Bence sen evde kal ve ben kendim halledeyim kendi işimi. Seni tehlikeye atmak istemiyorum. Zaten beni bekçiden kurtararak bana yapabileceğin en büyük yardımı yaptın. Sen burada kal.”
Onu duymamış gibi yapıyorum.
“ Ya aslında ben senin ilk romanını okumuştum. Ama o romanın adı Deniz, Sahil, Deniz değil miydi?”
“ Hayır. O, romanın ilk adıydı. Yayımlanmadan hemen önce değiştirmiştim. Sen nereden biliyorsun?”
Eyvah! Onu şüphelendiriyorum. Ne büyük salaklık şu yaptığım. Yakayı ele verecektim neredeyse.( Tam da yazabileceğime inanmışken.) Konuyu kapatmak için onu göndermeye çalışıyorum.
“ Tamam öyleyse sen git artık. Bekçi buraya tekrar gelmeden hallet işini.”
( Bu öykünün benim elimde olması ona başka bir seçenek bırakmıyor.)
“ Tamam, gidiyorum. Her şey için sağ ol.”
“ Önemli değil. Umarım istediklerini yapabilir ve ünlü bir yazar olursun.”
“ Sağ ol. İyi geceler.”
Ardından bir saniye bile beklemeden kapatıyorum kapıyı. Bu adamı bir kere daha atlatabilmiş olmanın verdiği huzurla yatak odama gidiyorum. Yatak odamla çalışma odam aynı yerde. Yani hep bir türlü yazamazken uyuyakalıyorum ben.
Yatağıma yatalı on dakika olmadan odamın kapısı açılıyor. İçeri biri giriyor. Ve ben eterli pamuğun kokusuyla her zamankinden farklı bir uykuya dalarken yine yazamadığımı anlıyorum. Ama umudumu kesmiyorum. Yarın sabah çaldığım romanı masamda bulamayınca yaşayacağım şokun beni yeniden yazmaya sevk edeceğine inanıyorum. Artık mantığımın tamamen kapandığını hissetmeye başladığımda adamın sesini bir fısıltı gibi duyuyorum:
“ Bilgisayar şifremi nereden buldun şerefsiz herif?”

0 yorum:

Yorum Gönder

 
;