27 Mart 2010 Cumartesi

VAZO

Uzun bir yolculuktan henüz dönmüş gibi yorgun ve uykusuzum. Ama omuzlarıma bindirdiğim değerli, kırılacak eşya gibi değerli yükü düşürmemiş olmam teselli ediyor beni. Ve bu değerli yük tarihin tekerrür edeceğini ispatlar gibi bütün ağırlığını bırakıyor köprücük kemiklerime.

Tam yedi ay oldu. O mektubu alalı tam yedi ay oldu. Sabahın köründe postacının kapıya geldiğini hatırlıyorum. Göndereni belli olmayan o mektubu bana uzattığını, gözlerimi ovuşturup mektubu dikkatlice ve merakla açmaya çalıştığımı hatırlıyorum.

“ Merhaba Selim,
Öncelikle bu mektubun bir şaka olduğunu ya da bir tuzak olduğunu zannetme. Sana diğerlerinden daha farklı, daha zeki, daha dikkatli olduğunu söylemek istiyorum. Çünkü bu görev ancak senin gibi birine verilebilirdi. Sana kim olduğumuzu açıklayamayacak kadar ciddi bir kurumdayım. Ve bize yapacağın yardım için şimdiden teşekkür ederiz sana.
Şimdi dikkatlice oku. Aşağıda vereceğim adres senin hayatını baştan sona değiştirecek, bütün isteklerini, umutlarını gerçekleştirecek şeyleri barındırıyor. Daha doğrusu bu görev senin hayatında bir dönüm noktası olacak. Bu adrese bir sırt çantasıyla git. Ve tarif ettiğim yerin tam karşısındaki çay bahçesinde çalışan en uzun boylu garsona mektubu aldığını söyle. O seni yönlendirecektir.
Bunun bir şaka olmadığını dediklerimi yaparsan daha iyi anlayacaksın. Sana şu anki hayatından çok daha lüks çok daha eğlenceli ve rahat bir hayata erişeceğini garanti ediyorum. Oraya gidersen kim olduğumu da öğreneceksin.
Tekrar söylüyorum, bizim için çok önemlisin. Ve lütfen bu görev de senin için o kadar önemli olsun.”

Mektubu okuduktan sonra gülmeye başladım. Bunun arkadaşlarım tarafından yapılmış bayat bir espri olduğuna inanıyordum. Ama bu inancım o gece gördüğüm rüyaya kadar yaşadı. Rüyamda ben uçurumdan atlarken o da öldü. Uyandığımda daha farklı daha ciddi bir inanç yer etmişti zihnimde. Rüyamda o mektubu yazan adamı görmüştüm. Adam bir eliyle karımı diğer eliyle ise annemi tutuyordu. Eğer dediğini yaparsam onları bana geri vereceğini söylüyordu. Uyandığımda vücudum buz gibiydi. Korkuyla cesaretin birbiri içinde kaybolduğu hislerle sabaha kadar düşündüm. Ve bir karar verdim. O adrese gidecektim. Bu bir espri de olsa bana zarar vermeyeceğine inandırdım kendimi. Saat yediye geldiğinde hazırlanmaya başladım.

Mektupta yazan sokağa girdiğimde ilk önce çay bahçesini gördüm. Çay bahçesinin karşısındaysa eski, bahçeli, tek katlı bir ev vardı. Ev hakkında saçma sapan düşüncelere kendimi kaptırmadan çay bahçesine gittim. Garsonların boylarını karşılaştırmak üç dört dakikamı aldı. Yanlış bir adama gidersem benimle dalga geçeceğini düşündüm. Ve en uzun boylu olanın hangisi olduğuna karar verdiğimde mektubu yavaşça cebimden çıkardım.

“ Merhaba. Ben Selim. Siz burada çalışan garsonlar arasında en uzun boylu olanısınız değil mi?” Bu lafı söylediğimde ne kadar komik olduğumu, adamın benimle dalga geçeceğini düşündüm. Ama öyle olmadı.

“ Merhaba Selim Bey. Gelmeyeceğinizi sanmıştım. İnanmayacağınızı…”

“ Yoksa mektubu yazan siz misiniz?”

“ Hayır Selim Bey. Ciddiyeti hala kavrayamadığınız anlaşılıyor. Bu kurumda herkesin tek bir görevi vardır. Ben sadece sizi yönlendirmekle görevliyim.”

İçimi bu kez adamın da söylediği gibi ciddi(!) bir korku kaplamıştı. Galiba karanlık işlere böyle giriyordu insanlar. Bir an vazgeçtiğimi gitmek istediğimi söylemek geldi içimden. Ama adam çoktan beni kolumdan tutup karşıdaki eve götürmeye başlamıştı. Bacaklarımın titrediğini hissettim. Fark ettirmemek için daha hızlı yürümeye başladım.

Garson cebinden bir anahtar çıkardı ve evin kapısını açtı. Evden ağır bir ahşap kokusu geldi burnuma. Garson ben içeri girdikten sonra kapıya yöneldi. Ve konuşmaya başladı:

“ Bakın Selim Bey, bu evin en küçük odasını bulun. Ve bu odadaki en büyük dolabı da…Dolabın kapağını açtığınızda karşınıza çıkan çekmecelerden kapağı en eski olanını açın. Ve çekmecenin içinden çıkan şeyi sırt çantanıza koyup evinize dönün. İki gün içinde size tekrar bir mektup gelecek. Mektup gelene kadar taşıdığınız o değerli şeyi çok iyi koruyun. Ona bir zarar gelmediği takdirde karınız ve anneniz size şimdikinden çok daha yakın olacak.”

Garson benim konuşmama izin vermeden çıktı ve kapıyı kapattı. Tanımadığım bir adamın karımın ve annemin adını ağzına alması beni inanılmaz rahatsız etti. Kafam allak bullak olmuştu. Eğer o şeyi bulmazsam, koruyamazsam kötü bir şeyler olacağını hissettim. Ve baş ağrımla beraber evin en küçük odasını aramaya başladım.

En küçük odayı, odadaki en büyük dolabı, dolaptaki en eski çekmeceyi bulduktan sonra merakla açtım çekmeceyi. İçinden bir vazo çıktı. Tam o an bunun yine iğrenç bir şaka olma ihtimali geldi aklıma. Ama gülemedim. Vazoyu elime aldım. İncelemeye başladım. Her yeri işlemelerle doluydu. Değerli bir şeye benziyordu. Ama üzerindeki işlemelerin soluk renkli olması eski olduğunu açıkça belli ediyordu. Bu kötü kokan evde daha fazla beklememeliydim. Vazoyu çantama koyup çıktım evden.

Çay bahçesindeki garsonla göz göze geldim. Başımı “Tamamdır” manasında salladım. Gülümsedi. Eliyle evime gitmemi işaret etti. Ve cep telefonuyla bir yerleri aradığını gördüm. Önemsemedim. Evin olduğu sokaktan çıkıp daha kalabalık bir caddeye geldiğimde beni bir polis arabasının takip ettiğini fark ettim. Ve bir anda koşmaya başladım. Yaptığım ne büyük bir salaklıktı. Suç işlemiş biri gibi polisten kaçıyordum. Ne büyük aptallıktı yaptığım. Bana pahalıya patlayacak olan bir aptallık…

Tam yedi ay oldu. O mektubu alalı ve bu lanet yere düşeli tam yedi ay oldu. Vücudum hapishanenin nemli havasına alışsa da aklım hala küfrediyor. Beni sorgulamaya devam ediyorlar hala. O vazoyu nereden bulduğumu öğrenmek istiyorlar. Söylemiyorum. Söylersem karımla anneme kötü şeyler yapacaklarmış gibi geliyor. O kurum, o lanet olası kurum onlara zarar verecekmiş gibi geliyor. Vazoyu nereden bulduğumu söylememek omuzlarımı ağrıtsa da güzel karıma ve anneme kötü şeyler yapmalarını göze alamam. Biliyorum ikisi de yaşamıyor şu an. Ama yine de korkuyorum.

Buradan kurtulma umudum yavaş yavaş sona eriyor. Artık yalnızca bu defter ve kalem var hayatımda. Ama burası öyle ilginç bir yer ki herkesin elinde bir defter ve bir kalem var. Kimse birbiriyle konuşmuyor burada. Herkes bir sır saklar gibi. Ben de konuşmuyorum. Karım, annem geliyor aklıma. Belki onların da benim gibi korkuları vardır. Ondan susuyorlardır.

Tam yedi ay oldu. Daha yolun başında olduğumu artık çok daha iyi anlıyorum. Ve elimden sadece çaresizce susmak geliyor.

(Bu defter diğer bütün defterler gibi o psikopat, tarihi eser kaçakçısı garsonun tutuklanmasında kanıt olarak kullanılacaktır. Suçu yalnızca tarihi eser kaçakçılığı değil aynı zamanda masum insanların zayıf yanlarıyla, kaybettikleri yakınlarıyla dalga geçip onları bu suça ortak etmek ve hayatlarını hapishanelerde mahvetmelerine sebep olmaktır. Defterlere yazılanların üzerinden yıllar geçmiştir. Bu insanların kaybettiği yılların telafisi yoktur. Ve en kötüsü de yukarıda okuduğunuz, Selim Bey’in defterinden alınan örnekte bahsedilen vazo, sanıldığı gibi tarihi eser değil onun başarılı bir kopyasıdır.)

0 yorum:

Yorum Gönder

 
;