27 Mart 2010 Cumartesi

YOL YORGUNU

Durmadan akşam, durmadan sabah, durmadan
Sonra akşam, sonra sabah, durmadan
Zorla akşam, zorla sabah, durmadan*

Bıktım yemin ederim. Ulan ne hayat be! Sabahın körüyle gecenin körünün birbirini her yakalayışında küfredesim geliyor hayata. Hayatmış! At gitsin çöpe.
Saygıdeğer okuyucu,
Öfkemi ve tepemdeki sinirlerimi sana niye acımasızca yansıttığımı açıklamamı bekliyorsun. Haklısın. Kim olduğumu bilmediğini ve benim de senin kim olduğunu bilmediğimi anladığında, harcadığın birkaç dakikan için üzülmeyeceksin. Sana garanti verebilirim. Çünkü anlatacaklarım seni Tanrı’na şükrettirecek.
Ben bir muavinim. Bir otobüs şoförü muavini. Aydın- Giresun istikametinde ikamet ediyorum. Gündüzleri yolları izlemeyi, geceleri yolları izlemeyi, boş zamanlarımda yolları izlemeyi severim. Daha doğrusu severdim. Artık hiç sevmiyorum bu yaşam tarzını. “ tarz” kelimesini filan kullandım diye bilgili, görgülü biri sanmışsındır beni Allah bilir. Bildiğim ve gördüğüm en belirgin yaşam parçaları, trafik levhaları. Tasarımlarını başarılı bulsam da daha sürrealist yaklaşılabilirmiş diye düşünüyorum. Bu “sürrealist” kelimesini de bir yolcudan duymuştum. Bir bayandı. Konuşacak birini bulamayınca beni çağırmıştı yanına. Tam iki saat aralıksız konuşmuştu. Entel dantel dedikleri cinsten.
Seni tanımadığımı söylemiştim ya biraz önce, aslında kısmen tanıyorum seni. Kaşının, gözünün rengini, sağ profilinin kırk beş derece açıyla nasıl olduğunu bilmesem de ne denli sinir bozucu bir yolcu olabileceğin ihtimalini adım gibi biliyorum. Kızma bana saygıdeğer okuyucu. Biraz ukalayım, idare ediver. Sinirlenme bana ve bu mektubu sonuna kadar oku.
Bir sürü şoför tanıdığım var benim. Anadolu’yu gezip dolaşmak istesem, her tarafına götürür beni bu bıyıklı, gözlüklü adamlar. Seve seve götürürler. Hem de tek kuruş harcatmadan. Ama zaman yok ki anasını satayım. Gece gündüz yolları izlemekten zaman yok! “ Olur mu öyle şey? Hem muavin olacaksın hem de dolaşamayacaksın istediğin yerleri! Saçmalık!” diyeceksin saygıdeğer okuyucu biliyorum. Ama senin sandığın gibi değil işin gerçeği. Ekmek dediğin gezip tozmak bilmez. Sabitçe durur aslanın ağzında. Ben gideyim de alayım diye bekler. Giderim de alamam bir türlü. Beni de hapseder aslan ağzına, ben de sabitçe dururum ekmek gibi.
Yirmi altı yaşındayım ben saygıdeğer okuyucu. Ömrümün baharındayım anlayacağın. Ama senden çok insan tanıdığımdan hızla geçiyor benim baharım. Bir gün küçük bir çocuk geldi yanıma, ön tarafa. Su istedi, verdim. Teşekkür etti. Tam dönüp gidecekken yaşımı sordu. “ Ohoo! Sen daha küçükmüşsün. Ben de otuzundan fazla sandıydım seni.” Ulan, dedim. Velede bak! Ne anlar ki küçücük çocuk benim kaç yaşında gösterdiğimden. Anlamaz değil mi saygıdeğer okuyucu?
Bıktım billahi bu hayattan! Ömrüm sonu olmayan gelgitlerle geçiyor. Aynı yollarda gelip gidiyorum sürekli. Yol yorgunluğu dedikleri, ilacı olmayan bir de hastalığım var. Geçmek bilmiyor.
“ Niye bana söylüyorsun bunları?” diyeceksen saygıdeğer okuyucu, söyleyeyim. Çünkü etten kemikten insanlar çare olamıyorlar derdime. Seninse uzaklardan, su buharın yardım eder diye umuyorum.
Bir gün genç bir matematik öğretmenine anlattım sıkıntımı. Kafasını sallaya sallaya dinledi. Ben anlattıkça o dinledi. Sustum, o da durdu. Birkaç saniye anlamsızca baktı yüzüme, sonra şöyle dedi: “ Üzgünüm arkadaşım ben matematikçiyim. Senin derdine çare fizikçilerde. Çünkü senin hayatın basit bir harmonik hareket.” Bir şey anlamadım dediğinden. Harmonik ne ki ulan, dedim kendi kendime. Sonra bizim Süleyman Abi’ye sordum, üflemeli bir çalgı, dedi. Neyse saygıdeğer okuyucu, anlayacağın ümitsiz vakayım ben.
Saygı, sevgi dedikleri şeyden de kalmadı artık içimde. Saygıyı sadece sana değer buluyorum saygıdeğer okuyucu. Sevgiyi de bırakalı uzun zaman oldu. Sen hiç aşık oldun mu saygıdeğer okuyucu? Ben olmuştum bir keresinde. Öyle güzeldi ki, şerefsizim. Sol yanımdan yakalayıvermişti beni. Bir bardak çay istese, bütün çay tarlalarını alıveresim geliyordu. Su istese şarıl şarıl akıveresim...Bir teşekkür ediyordu, bütün vidalarım gevşeyiveriyordu, raylarım salıveriyordu kendini. Pek güzel kızdı Zeynep’im. Adını yolcu listesinden öğrenmiştim. Hafif meşrep filandı ama pek güzel kızdı. Kısa sürdü ilişkimiz. On sekiz saat kadar. Bir ara dedim ki, bozayım şu arabanın motorunu, beş saat daha uzatayım şu ilişkiyi. Vazgeçtim sonra.
Ah saygıdeğer okuyucu, bilsen ne zor haldeyim! Bana yardım edebilecek olsan etmek ister miydin? En azından benimle birkaç saatliğine sohbet etmek ister miydin? Bu mektubu buraya kadar okuduğun için ben seninle tanışmak isterdim. Bir de sol profilinden bakmak isterdim sana. Binerdin Giresun’dan 22.15 arabasına, sabaha kadar muhabbet ederdik. Afyon’da kahvaltımızı ederdik. Çaylar şirketten olurdu. Aydın’a varınca bir iki saat bir parkta otururduk. Senin cebinde paran olurdu, alışveriş yapardın. Güzel, kırmızı bir kazak alırdın. Dönüşte o kazağını giyerdin. Giresun’a döndüğümüzde seninle iyi birer dost olarak ayrılırdık. Ve sen, her üç günde bir 22.15 arabasına binerdin.
Seni tanımak isterdim saygıdeğer okuyucu. Öyle çaresiz ve yalnızım ki, seninle dost olmak isterdim. Biraz önce sinir bozucu filan demiştim ya senin için, ciddiye alma o sözlerimi. Onları seni tanımak istemeden önce söylemiştim. Ama şimdi seni gerçekten tanımak istiyorum.
Benim hayatım kısa ve kesik çizgilerden oluşan bir yangın alarmı gibi. Seninki nasıl acaba?
Yok yok, anladım ben. Sen iyi insansın. Yarın akşam 22.15 arabasına bineceğinden de eminim. Yanına küçük bir çanta al sadece. Fazla yüklenme. Aydın’da gezerken ağırlık olmasın. Geleceksin biliyorum. Ve perşembe gecemi cumaya bağlayan bu yolculuğumu, buradan, sana ithaf ediyorum.

* yaşar kurt

1 yorum:

Yorum Gönder

 
;